Yataktayım…
Odam sıcacık…
Öyle sıcak ki; az sonra okuluma giderken yüzümü ısıracak soğuğa inat keyfini çıkarıyorum sıcak yatağımın… Annem çoktan gelmiş, odamın perdesini aralamış bile, dünkü dualarımın tutuğunu bana göstermek istercesine…
Ben de gözlerimle aralamaya çalışıyorum tülü.
“Heyyooo!” diye içimden çığlık atmak geliyor. “Yaşasın kar yağıyor!”
Karlı bir Ankara sabahına, uyandım bile..
Nedensizce aklıma turuncu renk düşüyor; beyazla nasıl da yakışırlar birbirine; mesela kardan adama ne de yakışır turuncu renkli bir burun, tavşanlar mesela, çok beyaz, bembeyaz, işte onlar da çok sever havucu..
Yatakta debelenirken, “Hımm,” diyorum kendime. “Rengim de varmış benim, beyaz, kar, tavşan… Yok, havuç yani… Beyaz yani… Yok yok turuncu… Hımm… Karar veremedim, neyse sonra karar veririm ben de…” diyorum yataktan doğrulurken..
Hızlıca giyinmek zorundayım; ama önlüğümü sevmiyorum, çok siyah ve karanlık; ben korkusuz ve cesur bir çocuğum aslında, karanlıklardan korkmam…
Bir de çok şans sayarım sobalı evde yaşamı bilenleri..
Ben böyle bir evde büyüdüm; okul kitaplarındaki gibi bol ağaçlı, büyük bahçeli, iki katlı evimizde büyükannemin ve büyükbabamın da olmasını isterdim; bir de ocağın üstünde tüten çaydanlıklı bir oda hayal ederdim duvarları bembeyaz olan..
Annem, canım annem sobanın üstünde o bembeyaz ekmekleri kızartmaya başladı bile; nasıl da tanıdık, nasıl da kendinden geçiren bir kokudur bu! Annem ekmekleri hiç yakmaz, sıra sıra dizdiği pofuduk ekmekleri hep kararında kızartır, nasıl becerir, nasıl anlar hangi dakika ters çevrileceğini!?
O anne olduğundan mı bilirdi acaba?
Yoksa o bir büyücü müdür?
Bugün Salı, son iki saatin beden eğitimi dersi oluğunu anımsıyorum. Kardan adam yapacağız, bahçenin en büyük kardan adamı olsun diye çocukça bir telaş içine gireceğiz…Ve yine kocaman havuçtan burunlu, kömürden gözlü o halde beslenme çantama havuç da atmalıyım..
Çay bardaklarının içine konan kaşık seslerini duyuyorum, kahvaltı hazır demek ki, sıra hep aynıdır, annem insanı hiç şaşırtmaz..
O gelmeden ben yetişeceğim duam tuttuysa görevimin başına..
Bugün annemin sürprizli masasında ne var ki? Dün geceki kar duası gibi, bir dua daha etsem yine tutar mı ki?
Torpilli olsun diye yaz tatilinde mahallenin hocasından öğrendiğim diğer duayı belli belirsiz mırıldanmaya başladım. Son öğrendiğim duayı hep koz olarak kullanırım Allah’a; bu yaz başı ölen kedimizin de yanına gittiği söyledikleri Allah’a..Ve biraz da sesli mırıldanıyorum, belki duymaz, başka dualarla karışır endişesi ile…
“Lütfen Allah’ım, lütfen kahvaltıda sucuk olsun ama! Ama, ama pişirmesin…” diye biten bir dua…
“Dünden de şanslıyım ya, hep böyledir, birincisi tutarsa, ikincisi de tutar, diye düşünüyorum, yine içimi sevinç kaplıyor...
Kendinden emin bir kız çocuğu tavrıyla odamdan çıkarken, daha masaya bile göz ucuyla bakamadan, arkası bana dönük “Haydi kızım ablanı da kaldır, kahvaltı hazır!” cümlesiyle karşılaştım.
Yine şaşkınım!
Annem benim geldiğimi nasıl anladı?
Bu kadın büyücü mü?
Yine aynı nakaratla “Yüzünü yıka da gel ama!”
Evet, evet, bu kadın gerçekten bir büyücü…
Söylenenleri yerine getirmek için ablamın odasına yönelmeden masaya şöyle bir göz atıyorum. İşte demiştim tutar diye! Kardan adamın gözlerindeki kömür kahvesi gibi kopkoyu bir sucuk, on santim eninde kesilip ikiye bölünen, sonra özenle metal şişlere geçirilen, hazırlanmış sucuklar benim kızartmamı bekliyor! Bu kuzu gibi yatan sucuklar marifetli ellerimle sobanın açılık gözünden içeri sokulacak, kızarmaya başladığını kokusundan anlayarak ters çevireceğim ve kızardıkça düşen yağ damlalarını sesini sabırsızlıkla bekleyeceğim…
Her şeyi bilmiş bir kız edasıyla sekerek ablamın odasına giriyorum. Hızla sarsarak kaldırıyorum. O kadar sabırsızım ki! Az sonra ben de büyücü olacağım, ablamın, annemin, babamın sucuklarını nasıl da iştahla yediklerini seyredeceğim. Bu düşüncelerle ablamın odasını koşar adımlarla terk ederek banyoya yönelip yalapşap yüzümü ıslattım. Buz gibi su damlacıklarını havluyla kurutulmadan, yüzümden savrulan damlacıklara aldırış etmeden bir çırpıda masamdaki yerimi alıyorum…
Kömür gibi kızaran sucuğun kokusu, odayı kaplayan kızarmış ekmek kokusunu bastıracak tam da hayallerim gibi sobanın üstünde de çaydanlıktan gelen tıkırtılar, mis ekmek kokusu ve sucuğun dayanılmaz lezzeti.
Bu sabah…
Bu sözünü ettiğim sabah…
Bu sözünü ettiğim sabah çok yıllar önceydi ve ben davetkâr kızarmış ekmek kokusunu, sobalı evimizi, aile sofralarımızı, bir daha asla o tadı bulamadığım sucuğun lezzetini ve daha bir dolu şeyi anımsadım bu sabah…
Pencereden dışarıya şöyle bir baktığımda dışarıda sulu bir kar vardı; çocukluğumdaki karlardan çok uzak, sanki rengi bile beyaz değil...
Kendime elektrikli çay makinesinde bir demlik çay yaparken rejimde olduğumu anımsadım; iki yumurtayla omlet yaptım, attım tavaya, olmayan kızarmış ekmek kokusunu içime çeke çeke…
Odam sıcacık…
Öyle sıcak ki; az sonra okuluma giderken yüzümü ısıracak soğuğa inat keyfini çıkarıyorum sıcak yatağımın… Annem çoktan gelmiş, odamın perdesini aralamış bile, dünkü dualarımın tutuğunu bana göstermek istercesine…
Ben de gözlerimle aralamaya çalışıyorum tülü.
“Heyyooo!” diye içimden çığlık atmak geliyor. “Yaşasın kar yağıyor!”
Karlı bir Ankara sabahına, uyandım bile..
Nedensizce aklıma turuncu renk düşüyor; beyazla nasıl da yakışırlar birbirine; mesela kardan adama ne de yakışır turuncu renkli bir burun, tavşanlar mesela, çok beyaz, bembeyaz, işte onlar da çok sever havucu..
Yatakta debelenirken, “Hımm,” diyorum kendime. “Rengim de varmış benim, beyaz, kar, tavşan… Yok, havuç yani… Beyaz yani… Yok yok turuncu… Hımm… Karar veremedim, neyse sonra karar veririm ben de…” diyorum yataktan doğrulurken..
Hızlıca giyinmek zorundayım; ama önlüğümü sevmiyorum, çok siyah ve karanlık; ben korkusuz ve cesur bir çocuğum aslında, karanlıklardan korkmam…
Bir de çok şans sayarım sobalı evde yaşamı bilenleri..
Ben böyle bir evde büyüdüm; okul kitaplarındaki gibi bol ağaçlı, büyük bahçeli, iki katlı evimizde büyükannemin ve büyükbabamın da olmasını isterdim; bir de ocağın üstünde tüten çaydanlıklı bir oda hayal ederdim duvarları bembeyaz olan..
Annem, canım annem sobanın üstünde o bembeyaz ekmekleri kızartmaya başladı bile; nasıl da tanıdık, nasıl da kendinden geçiren bir kokudur bu! Annem ekmekleri hiç yakmaz, sıra sıra dizdiği pofuduk ekmekleri hep kararında kızartır, nasıl becerir, nasıl anlar hangi dakika ters çevrileceğini!?
O anne olduğundan mı bilirdi acaba?
Yoksa o bir büyücü müdür?
Bugün Salı, son iki saatin beden eğitimi dersi oluğunu anımsıyorum. Kardan adam yapacağız, bahçenin en büyük kardan adamı olsun diye çocukça bir telaş içine gireceğiz…Ve yine kocaman havuçtan burunlu, kömürden gözlü o halde beslenme çantama havuç da atmalıyım..
Çay bardaklarının içine konan kaşık seslerini duyuyorum, kahvaltı hazır demek ki, sıra hep aynıdır, annem insanı hiç şaşırtmaz..
O gelmeden ben yetişeceğim duam tuttuysa görevimin başına..
Bugün annemin sürprizli masasında ne var ki? Dün geceki kar duası gibi, bir dua daha etsem yine tutar mı ki?
Torpilli olsun diye yaz tatilinde mahallenin hocasından öğrendiğim diğer duayı belli belirsiz mırıldanmaya başladım. Son öğrendiğim duayı hep koz olarak kullanırım Allah’a; bu yaz başı ölen kedimizin de yanına gittiği söyledikleri Allah’a..Ve biraz da sesli mırıldanıyorum, belki duymaz, başka dualarla karışır endişesi ile…
“Lütfen Allah’ım, lütfen kahvaltıda sucuk olsun ama! Ama, ama pişirmesin…” diye biten bir dua…
“Dünden de şanslıyım ya, hep böyledir, birincisi tutarsa, ikincisi de tutar, diye düşünüyorum, yine içimi sevinç kaplıyor...
Kendinden emin bir kız çocuğu tavrıyla odamdan çıkarken, daha masaya bile göz ucuyla bakamadan, arkası bana dönük “Haydi kızım ablanı da kaldır, kahvaltı hazır!” cümlesiyle karşılaştım.
Yine şaşkınım!
Annem benim geldiğimi nasıl anladı?
Bu kadın büyücü mü?
Yine aynı nakaratla “Yüzünü yıka da gel ama!”
Evet, evet, bu kadın gerçekten bir büyücü…
Söylenenleri yerine getirmek için ablamın odasına yönelmeden masaya şöyle bir göz atıyorum. İşte demiştim tutar diye! Kardan adamın gözlerindeki kömür kahvesi gibi kopkoyu bir sucuk, on santim eninde kesilip ikiye bölünen, sonra özenle metal şişlere geçirilen, hazırlanmış sucuklar benim kızartmamı bekliyor! Bu kuzu gibi yatan sucuklar marifetli ellerimle sobanın açılık gözünden içeri sokulacak, kızarmaya başladığını kokusundan anlayarak ters çevireceğim ve kızardıkça düşen yağ damlalarını sesini sabırsızlıkla bekleyeceğim…
Her şeyi bilmiş bir kız edasıyla sekerek ablamın odasına giriyorum. Hızla sarsarak kaldırıyorum. O kadar sabırsızım ki! Az sonra ben de büyücü olacağım, ablamın, annemin, babamın sucuklarını nasıl da iştahla yediklerini seyredeceğim. Bu düşüncelerle ablamın odasını koşar adımlarla terk ederek banyoya yönelip yalapşap yüzümü ıslattım. Buz gibi su damlacıklarını havluyla kurutulmadan, yüzümden savrulan damlacıklara aldırış etmeden bir çırpıda masamdaki yerimi alıyorum…
Kömür gibi kızaran sucuğun kokusu, odayı kaplayan kızarmış ekmek kokusunu bastıracak tam da hayallerim gibi sobanın üstünde de çaydanlıktan gelen tıkırtılar, mis ekmek kokusu ve sucuğun dayanılmaz lezzeti.
Bu sabah…
Bu sözünü ettiğim sabah…
Bu sözünü ettiğim sabah çok yıllar önceydi ve ben davetkâr kızarmış ekmek kokusunu, sobalı evimizi, aile sofralarımızı, bir daha asla o tadı bulamadığım sucuğun lezzetini ve daha bir dolu şeyi anımsadım bu sabah…
Pencereden dışarıya şöyle bir baktığımda dışarıda sulu bir kar vardı; çocukluğumdaki karlardan çok uzak, sanki rengi bile beyaz değil...
Kendime elektrikli çay makinesinde bir demlik çay yaparken rejimde olduğumu anımsadım; iki yumurtayla omlet yaptım, attım tavaya, olmayan kızarmış ekmek kokusunu içime çeke çeke…
7 yorum:
Çok hoş ve okudukça aynı semtin çocukları olduğumuzdan mıdır nedir penceredeki manzarayı gördüğüm, beynimde bütün o kokuları anımsadığım bir yazıydı. Çocukluğuna dair bunca anıyı anımsayabilen yazarın nasıl olup da öğretmeninin adını hatırlayamadığı da yazının en ilginç özelliğiydi. Bu senelik sobalar kalktı. Önümüzdeki kış o yılların güzelliğini sana sunamayacağımı peşinen kabul etmekle birlikte anne hassasiyetinde sobada kızarmış ekmeği sana yeniden tattırmaya söz veriyorum.
DENİZ..
SEN NE ŞAHANE BİR KADINSIN YA!
BİR DİĞER POSTUM HAZIR YAYINLANACAK AMA SEN KENDİNİ YİNE YASAKLADIN BENDE FACEBOOKA KOYACAĞIM O FOTOĞRAFIMIZI..YİNE NASIL GÜZELİZ, NASIL SICAK, NASIL İÇTEN..
SENEYİ SATIRLARINI OKURKEN GÖZLER OLDUM KIŞLARI SEVMEMEME RAĞMEN CANIM DENİZ..
SANA BAYILIYOR BU KADIN CANIM DENİZ.
Harika bir yazi olmus gonlune saglik ;)
DENİZ..
BEĞENMENİZE SEVİNDİM..SEVGİLER..
Iste bizim cocuklugumuz,yazin muhtesem olmuseline saglik.Babamda olsaydi keske ama biz halen dunyadayiz ne zaman ihtiyac duyarsan.Eski tadlar olmasada yenileri kacirmamakta yarar var bana gore.Hep mutlu ollllllll inci
o şanslı çocuklardandım...Sobalı evde büyüyen, kaynayan ıhlamurun yedi mahalleye kokusunu saldığı, sucukların kokusunun, kızarmış ekmek kokularına karıştığı...
Çok ama çok güzel bir yazıydı.
LALENİN BAHÇESİ..
ÇOK İNCESİNİZ SAĞOLUN..
Yorum Gönder